Çocuğun yüksek (üstün) yararı ilkesi doğrultusunda velâyet kavramı ve velâyet davalarında dikkat edilecek hususlar, boşanma ve aile hukuku süreçlerinde ebeveynlerin öncelikli odak noktası olmalıdır. Velâyet; küçüklerin ve istisnaî olarak kısıtlı ergin çocukların bakımını, korunmasını ve çeşitli yönlerden yetiştirilmesini sağlamak amacıyla, ana babanın, çocukların kişiliklerinin ve mallarının korunmasıyla, onların temsili konusunda sahip oldukları hak, yetki ve ödevler olarak tanımlanmaktadır. Velâyet çocuğun şahıs varlığına, malvarlığına ve temsiline ilişkin hak, yetki ve ödevleri kapsar. Başka bir deyişle velâyet, çift yönlüdür. Yani velâyet, çocuğun şahıs ve malvarlığı bakımından ana ve babaya yalnızca haklar tanımaz, aynı zamanda onlara birtakım yükümlülükler de getirir. Çocuğun şahıs varlığı bakımından velâyetin kapsamına, öncelikle çocuk üzerinde egemenlik hakkı girer. Buna göre, Türk Medeni Kanunu m.335 hükmü uyarınca, ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velâyeti altındadır ve yasal sebep olmadıkça velâyet ana ve babadan alınamaz.
Çocuğun üstün yararı kavramının uygulanma şekli değişkenlik göstermekte ve geniş alana yayılmaktadır. Her çocuk ve her somut olay farklılık arz etmekte, aile ve çevre koşulları değişebilmekte ve zamanla şartlar değiştiğinden, bu kavram için kesin bir tanımlama yapılamamaktadır. Bazı yazarlara göre, tanım yapılmaması bilinçli bir tercih olarak değerlendirilmektedir. Çocuğun üstün yararı, 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 3. maddesi uyarınca, her türlü kamusal veya özel sosyal yardım merkezleri, yargı organları, idari makamlar ve yasama organlarının çocuklara yönelik tüm faaliyetlerinde öncelikli bir ilke olarak belirlenmiş ve çocuğu ilgilendiren her durumda, çocuk için en iyi sonuç sağlayacak çözümler benimsenmesini temel almıştır. Bu ilke, devletin ve özel kuruluşların çocuklara yönelik tüm girişimlerinde geçerli olup çocuk haklarının uygulanmasında izlenmesi gereken temel yaklaşımı belirleyen “şemsiye ilke” sayılmaktadır.
Nitekim Türk Aile Hukukunda da çocuğun üstün yararı ilkesi, belirgindir. Bu ilkenin tanınması, çeşitli yasal düzenlemeler ve mevzuatla desteklenmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 335. maddesi, çocuğun velayetinin ebeveynlerine ait olduğunu belirtirken, velayetin kullanımı sırasında çocuğun menfaatinin ön planda tutulması gerektiğini ifade etmektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 339. maddesi ise ebeveynlerin çocuklarının bakım ve eğitimi konusundaki hak ve yükümlülüklerini belirlerken, bu yükümlülüklerin çocuğun üstün yararını gözeterek yerine getirilmesini şart koşmaktadır. Ayrıca 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu, çocuğun korunması gereken durumlarda devletin ve sosyal hizmet kuruluşlarının yükümlülüklerini belirlemekte ve bu süreçte çocuğun en iyi çıkarlarının gözetilmesini amaçlamaktadır. Çocuk Koruma Kanunu’nun 3. maddesi çocuğun yüksek yararının her durumda öncelikli ilke olduğunu vurgulamaktadır.
Boşanma sürecinin en hassas yönlerinden biri olan velâyet davaları ise çocuğun üstün yararının öncelikli ilke olarak gözetildiği çok boyutlu bir yargılama sürecidir. Bu tür davalarda mahkemenin nihai amacı, çocuğun bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini en iyi şekilde sürdürebileceği ortamı belirlemektir. İşbu yazımızda, velâyet davalarına ilişkin dikkat edilmesi gereken temel noktalar bilgilendirme amacıyla ele alınmıştır.
Velâyet Davalarında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
1. Çocuğun Üstün Yararı İlkesine Riayet
Velayet davalarının temelini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 339, 336 ve devamı maddelerinde yer bulan çocuğun üstün yararı ilkesi teşkil eder. Mahkeme, tarafların taleplerini değerlendirirken, ana ve babanın kişisel menfaatlerinden ziyade, çocuğun fiziksel güvenliği, duygusal istikrarı ve gelişim olanaklarını önceleyen bir perspektifle karar verir.
Yargıtay içtihatlarında da defaatle vurgulandığı üzere, çocuğun hangi ebeveynin yanında daha sağlıklı ve dengeli bir birey olarak yetişeceği, velayet takdirinde asli kıstastır (Yargıtay 2. HD, 2017/6826 E., 2018/11275 K.).
2. Tarafların Sosyoekonomik ve Ahlâki Durumu
Velâyet talebinde bulunan tarafın ekonomik gücü, istihdam durumu, yaşam standardı, konut koşulları ve çocuğa ayırabileceği zaman; karar sürecinde etkili hususlar arasındadır. Ne var ki, salt ekonomik üstünlük velayet için belirleyici olmayıp, bu durum çocuğun bakım, gözetim ve eğitiminin nitelikli biçimde sağlanıp sağlanamayacağıyla birlikte değerlendirilir.
Ayrıca tarafların ahlaki bütünlüğü, çocukla olan kişisel ilişkileri, geçmişteki bakım ve ilgi düzeyi, çocuğa karşı sorumluluk bilinci de mahkemenin dikkatini çeken noktalar arasında yer alır. Örneğin ebeveynin alkol veya madde bağımlılığı, şiddet geçmişi ya da çocuğa karşı ihmali, velayet açısından olumsuz değerlendirilir.
3. Çocuğun Görüşünün Alınması ve Yaşı
Türk Medeni Kanunu’nun 343. maddesi uyarınca, ayırt etme gücüne sahip çocuğun görüşü, hâkim tarafından alınmalı ve karar sürecinde dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, özellikle 8 yaş ve üzerindeki çocukların kime ait velayet altında kalmak istediklerine dair beyanları, pedagojik destek eşliğinde değerlendirilir. Yargıtay kararları da, çocuğun makul yaşta olması hâlinde, görüşünün karara tesiri olduğunu kabul etmektedir (Yargıtay 2. HD, 2016/15527 E., 2017/4563 K.).
4. Pedagog ve Sosyal Hizmet Uzmanlarının Raporları
Mahkeme, velâyet davalarında re’sen araştırma ilkesine dayanarak, pedagog, psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarından oluşan uzman bilirkişi heyetinin görüşlerine başvurabilir. Uzmanlar, çocuğun yaşadığı çevreyi, ebeveynlerle olan ilişkilerini, psikolojik durumunu değerlendirerek rapor hazırlarlar. Bu raporlar, hâkimin takdir yetkisini yönlendiren en önemli objektif deliller arasında yer alır.
5. Delillerin Titizlikle Sunulması
Velayet talebini destekleyen belgeler, tanık beyanları, okul başarı durumu, doktor raporları ve özellikle sosyal inceleme raporları gibi delillerin mahkemeye sunulması elzemdir. Tanıklar, ebeveynlerin çocukla kurdukları ilişkiler ve bakım sorumlulukları hakkında somut gözlemler aktarabilmeli, soyut ve farazi anlatımlardan kaçınmalıdırlar.
6. Geçici Velayet ve Tedbir Talepleri
Dava süresi boyunca çocuğun zarar görmemesi adına mahkemeden ihtiyati tedbir mahiyetinde geçici velayet talep edilebilir. Bu talepler çocuğun dava süreci boyunca güvenli ve istikrarlı bir yaşam sürmesi açısından önem arz eder ve böylelikle çocuğun dava süreci boyunca bir tarafın yanında kalması sağlanır. Bunun yanı sıra gerekli hâllerde nafaka, görüşme düzeni ve iletişim gibi tedbirler de istenebilir.
7. Karar Sonrası Görüşme Hakkı ve İnfaz Süreci
Velâyet, bir ebeveyne verilse dahi diğer ebeveynin çocukla kişisel ilişki kurma hakkı elbette saklıdır. Bu hakkın kullanılması ve görüşmelerin sıklığı mahkemece çocuğun menfaatine uygun biçimde belirlenir. Mahkeme kararının ardından görüşme gün ve saatleri infaz edilebilecek şekilde ayrıntılı düzenlenmelidir. Kararın infazı sırasında sorun yaşanması hâlinde, çocuk teslimine ilişkin yeni düzenlemeler mevcuttur. 24/11/2021 tarihinde TBMM’de kabul edilen ve 30/11/2021 tarihinde 31675 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 7343 sayılı İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun icra hukuku bakımından önemli bir adım ve dönüm noktasıdır. 7343 sayılı Kanun’un 32. maddesi ile çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin tüm maddeler (İİK m. 25, 25/a, 25/b, 341) İcra ve İflas Kanunu’ndan çıkarılmıştır. Çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin ilâmların yerine getirilmesi artık İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre değil, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu (ÇKK)’na 7343 sayılı Kanun ile eklenen maddelere göre gerçekleşecektir. Çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin ilâmların yerine getirilmesinde icra dairesinin ve icra mahkemesinin herhangi bir görevi kalmamış olup denetleme ve yaptırım uygulama yetkisi aile mahkemesine verilmektedir. Böylece çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin ilâmların yerine getirilmesi icra ve iflâs hukukunun bir konusu olmaktan çıkmıştır. Yıllardır eleştirilen, doktrinde kaldırılması gerektiği hep dile getirilen ve uygulamada da birçok soruna yol açan bu konu kanaatimizce çocuğun yararına hizmet etmeye daha elverişli bir düzenlemeye kavuşmuştur. Ancak bu tür süreçlerde çocuğun ruhsal bütünlüğüne zarar verilmemesi için uzman desteğiyle yürütülmesi oldukça önemlidir. Çocuk teslimi ve çocukla kişisel ilişki kurulmasına ilişkin ilâmların yerine getirilmesi bakımından önemli bir değişiklik de, harçtan muafiyettir. ÇKK’nın 4. kısmının uygulanmaya başlayacağı yerler bakımından harçtan muafiyet ÇKK m. 41/H’de düzenlenmiştir. Ama ÇKK’nın 4. kısmının uygulanmaya başlamadığı yerlerde, bu ilâmların yerine getirilmesi için icra dairesinde yapılacak takip işlemleri de ÇKK geçici madde 2’nin 7. fıkrası gereğince yine harçtan muaftır. Bu iş ve işlemler için yapılacak tüm masraflar, avukatlık ücreti hariç, Adalet Bakanlığı bütçesinden karşılanacaktır.
Netice itibâriyle; velâyet davası, sadece bir ebeveynin hak arayışı değil, aynı zamanda çocuğun geleceğine dair kutsal bir sorumluluk yüklenme sürecidir. Mahkemenin terazisinde, terazinin kefesine yalnızca anne ya da baba değil, çocuğun geleceği, umudu ve istikbali konulmaktadır. Bu sebeple tarafların iyi niyetli, şeffaf ve çocuğun üstün yararına hareket etmeleri, sürecin hem hukuki hem vicdani yönü açısından zaruridir. Velâyet davaları karmaşık ve çok boyutlu yapıları nedeniyle uzmanlık gerektirir. Sürece dair daha detaylı bilgi almak ve profesyonel hukuki destek talep etmek için büromuzla iletişime geçebilirsiniz.
Av. Ahmet AVŞAR (LL.M) - Arb. Av. Büşra BAYRAKTAR